Orman ve Yağmur
Yaprak
üzerinde bir damla utandı toprağa damlamaya.
İki
sevgili, gördü bu utangaç damlayı ve kendi yaşlarını
gösterdiler
ona.
Orman
dediler bu yaşlarla beslenir ey damla!
Sen
yağmurların zerreciği, biz tanrının; utanma kendinden.
Sevgililerin
yüreğindeki çentiklerden akar yaşlar, sen de
gökyüzünün
çentiğinden gelmektesin.
Sen
bu ormanın
besinisin,
biz de uzvu.
Sen
bizi, biz seni büyütürüz yaşlarla
damlaya
damlaya ey damla!
Orman
için yağmur ne ise, yâr için de yâren öyle. Yağmur,
ormanın
orman da yağmurun sebebi…
İn
oradan sevgili
damla!
Utanma artık, bağışla bereketini toprağa.
Gülümsedi
damla.
Düzeltti
eğdiği boynunu.
Ben
topraktan değil, ben
ormandan
değil, ben yapraktan değil, sizden utanıyordum ey
sevgililer!
Sizin
gözlerinizden süzülenler, tanrının evinde
bizleri
yaratan kaynak gibi.
Sizin
bakışlarınız meleklerin bize
gülümseyen
yüzleri, sizin sarmaşık olmuş bedenleriniz, gökte
rastladığım,
perilerin dansı gibi.
Ben
kendimi göğün bir uzvu
sanıp
yüceltirken sizi gördüm ey sevgililer!
Ben
bir damlayım
dedim
kendime ya onlar kim?
Hiç
bilmedikleri göğü
yeryüzüne
indiren elçiler mi?
Utandım,
utandım
damlayamadım.
Şimdi
görüyorum ki, benim tanrım olan
yağmur,
sizin gönlünüzün alevinden yanan göklerin iki
sevgiliye
ağlamasıymış.
Pınar Nurhan, Modern Cinayetler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder