Birincil ilişkilerimde
bile kurmayı beceremediğim “diyaloğu” nerede, kimlerle tesis edebilirim? Başkasıyla karşılaştığımda içimde oluşan rahatsızlığa arkamı dönersem felsefe
yapabilme imkânını da yitirmiş olmaz mıyım?
Okumanın da ötesinde iki insanın karşılıklı
konuşmasından filizlenebilecek fikirler değil midir asıl olan?
Öteki olmadan yaşamaya çalışırsam kendim olma şansımı da yitirmiş olurum. Çünkü
kendimi ve eylemlerimi seçebileceğim bir ilişkiden yoksun kalırım. Eylem yoksa
düşünce de yok ve o zaman insanın varlığından da söz etmek gülünç olacak…
Bugün ortalama
bilinci, felsefe yapmayı bilmediği ya da okumadığı için yargılayabilir, hor
görebilir, alaycı bir tebessümle onu başımızdan bertaraf edebiliriz. Böyle
yapmaya pek alışkın bir akademik geleneğin içinde büyüdük. Kürsünün felsefenin
öldüğü yerler olduğunu söyleyen filozof, bu çağın felsefecisine ne derdi?
Okulumdaki kasvetli ve rutubetli sınıfların içini dolduran öğrencilerime
felsefe yapmanın ne demek olduğunu anlatmaya çalışmak zorundayım. Bana meraklı
gözlerle bakan genç insanlara “siz de hiçbir şey anlamıyorsunuz, ne haliniz
varsa görün” diyerek onları bertaraf etme şansına sahip değilim. Çünkü o
meraklı gözlerde karışmış bir aklın arayışını okuyorum
Düşünürler fikirlerini
kavramsallaştırırken dili de zenginleştiriyorlar. Bunu gerçekleştiremeyen
düşünüre de filozof denemiyor maalesef. Felsefe eğitimcisi, düşünürden anladığı
kadarını kendi kavram ufkunu genişleterek öğrencilere anlaşılır bir üslupla
anlatabilmeli... Çünkü felsefenin hiçbir alanı yoktur ki insan aklına ve
merakına yabancı olsun.
p.n
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder