11 Mayıs 2015 Pazartesi

İnadına Felsefe...

Birincil ilişkilerimde bile kurmayı beceremediğim “diyaloğu” nerede, kimlerle tesis edebilirim? Başkasıyla karşılaştığımda içimde oluşan rahatsızlığa arkamı dönersem felsefe yapabilme imkânını da yitirmiş olmaz mıyım? 
Okumanın da ötesinde iki insanın karşılıklı konuşmasından filizlenebilecek fikirler değil midir asıl olan?




Öteki olmadan yaşamaya çalışırsam kendim olma şansımı da yitirmiş olurum. Çünkü kendimi ve eylemlerimi seçebileceğim bir ilişkiden yoksun kalırım. Eylem yoksa düşünce de yok ve o zaman insanın varlığından da söz etmek gülünç olacak…

Bugün ortalama bilinci, felsefe yapmayı bilmediği ya da okumadığı için yargılayabilir, hor görebilir, alaycı bir tebessümle onu başımızdan bertaraf edebiliriz. Böyle yapmaya pek alışkın bir akademik geleneğin içinde büyüdük. Kürsünün felsefenin öldüğü yerler olduğunu söyleyen filozof, bu çağın felsefecisine ne derdi? 

Okulumdaki kasvetli ve rutubetli sınıfların içini dolduran öğrencilerime felsefe yapmanın ne demek olduğunu anlatmaya çalışmak zorundayım. Bana meraklı gözlerle bakan genç insanlara “siz de hiçbir şey anlamıyorsunuz, ne haliniz varsa görün” diyerek onları bertaraf etme şansına sahip değilim. Çünkü o meraklı gözlerde karışmış bir aklın arayışını okuyorum


Düşünürler fikirlerini kavramsallaştırırken dili de zenginleştiriyorlar. Bunu gerçekleştiremeyen düşünüre de filozof denemiyor maalesef. Felsefe eğitimcisi, düşünürden anladığı kadarını kendi kavram ufkunu genişleterek öğrencilere anlaşılır bir üslupla anlatabilmeli... Çünkü felsefenin hiçbir alanı yoktur ki insan aklına ve merakına yabancı olsun.

p.n

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder